Eylül 2002 | Dilek Yaraş :
Seçimlerin en iddialı Türk kökenli adayı Sermin Özürküt, Vänsterparti’nin Stockholm listesinde beşinci sırada. Parti, bir önceki seçimde bu bölgeden 7 milletvekili çıkarmıştı. Özürküt, seçildiğinde, parlementodaki ilk Türk olmanın yanı sıra, kendi partisinin tarihinde de ilk göçmen kökenli kadın milletvekili olacak. Bin dokuz yüz seksen yılından bu yana İsveç’ te yaşayan iki çocuk annesi Sermin Özürküt ile olabildiğince enine boyuna politikayı, yani hayatı konuştuk.
TRT-DER genel sekreteri olan eşi Yaşar Özürküt‘ün İsveç’e sığınması, Sermin’in de 1982 yılındaki gözaltına alınma ve 1402 sayılı yasaya göre işten atılma sürecinden sonra, çocukları Koray ve Kerem ile birlikte ailenin politik göçmenlik süreci başlıyor.
On yedi yıldır İsveç’te yaşayan Özürküt ailesi, son yıllarda Avrupa’da gittikçe daha çok göçmen ailesinin uyguladığı gibi, -Sermin’in kendi sözleriyle “İki ülke arasında gidiş gelişli, oldukça çileli, hem güzel hem de güç yanları olan ikili bir aile yaşamı” oluşturmuş. Ailenin babası Yaşar Özürküt Türkiye özlemine dayanamayarak 1994 yılında İstanbul’da Büyükada’ya yerleşmeyi seçmiş ve o tarihten sonra da Stockholm ile Büyükada arasında mekik dokumuş. Aile bireyleri, aralarındaki sevgi, güven ve işbirliği sayesinde bu yeni düzene, herkesin mutlu ve huzurlu olacağı biçimde, üstelik de çekirdek aile yapısını bir arada tutarak uyum sağlamışlar.
İsveç ‘teki ilk yıllarınızda neler yaptınız?
Halk okulunda bir sene İsveççe, ardından Stockholm Üniversitesinde İngilizce okudum. Daha sonra Gazetecilik Yüksek Okulunun mastır programına başladım ancak ekonomik ve ailevi nedenlerden ötürü yarım bırakıp bir ulaşım şirketinde çalışmaya başladım, bir yandan da İsveç Radyosunun Türkçe bölümünde serbest gazetecilik yaptım. Bir de yine o yıllarda Nacka’da Türkiyelilere yönelik daha çok kültür ağırlıklı demek çalışmasında eşime destek oldum. Eşimle birlikte derneğin radyosunu kurduk ve yerel yayın yaptık.
Politik hayata atılmanız nasıl oldu?
Türkiye’de iken İlerici Kadınlar Derneğinde, İş Müfettişleri Derneğinde çalıştım. Buraya geldiğim zaman da aynı çizgiyi sürdürmek istedim. Özellikle kadın politikası benim çok ilgi duyduğum bir konuydu. İİk geldiğimde IKFF’de (Uluslararası Barış ve Özgürlük Kadınlar Federasyonu) yönetim kurulu üyeliği yaptım. Sonra da oturduğum yer, Nacka’da okul aile birliklerinde yönetim kurulu üyeliği yaptım.1991 belediye seçimlerinde Nacka’ daki Vänsterparti’nin listesinden bağımsız sosyalist aday olma teklifi aldım, kabul ettim ve daha sonra parti üyesi oldum. O tarihten bu yana da Nacka Belediye Meclisi üyesiyim.
Niçin politika?
Politika benim için günlük yaşam anlamına geliyor. Verilen her güncel kararın politik bir boyutu ve etkileşimi olduğunu düşünüyorum. Onun için hangi konu ilgimi çektiyse benim için politika o oldu. Fakat, sadece kendi kendinize düşündüğünüz zaman hiçbir şeyi etkilemeniz mümkün değil. Kararları etkilemek istediğiniz zaman aktif politika daha sonra da parti politikası başlıyor.
Politik hayatı aile hayatı ile birlikte sürdürmek zor derler, siz ne dersiniz?
Bence bu bir ön yargı. Yani, sanki aile olunca politika yapılmaz gibi insanları kandırmak için söylenmiş bir şey gibi geliyor bu bana. Politika yapmak da çalışmak gibi bir şey. Çalışan ve aile yaşamını sürdüren kadın yok mu? Bu tamamen koşulların belirlediği birşey. Bir de sizin kendi yaklaşımınız. Ben Türkiye’de politika yaptığımda sürekli bir işte çalışıyordum, ailem vardı, çocuğum vardı. İsveç’te gene aynı şey. Bu bir seçim. Sizin neyi önemli gördüğünüze bağlı. İkinci önemli konu da aile içindeki paylaşım. Politikayla ilgilenen, güncel sorunlara kafa yoran bir aile yapınız olmazsa, kadın ya da erkek farketmez, eşiniz de sizin gibi düşünmüyorsa, bunu paylaşmıyorsa çok zor tabii. Onun için, benim bu konuda bir zorluğum olmadı. Çocuklar küçükken çok daha zor ve yıpratıcıydı tabii ama orda da paylaşım olayı çok önemliydi.
Hiç Türkiye’ye dönmeyi düşündünüz mü?
94 yılında Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğuna giriş işlemleri hızlandığı zaman düşünce suçlarından hüküm giyen insanlar Türkiye’ye dönebilme şansı kazandılar. Biz de bunların içindeydik. O zaman konuyu ailece tartıştık. Eşim kesinlikle dönmekten yanaydı. Büyük oğlumuz bu geri dönmeyi kendisi açısından haksızlık olarak değerlendiriyordu. Çünkü ilkokulu bitirmeden son sınıftayken kolundan tutup kendisine sormadan onu buraya getirmiştik, şimdi de 17 yaşındayken ”Hadi bakalım yine gidiyoruz!” diyorduk .. Küçük oğlumuz da ”Ben abim nerdeyse ordayım.” dedi. Çocuklar daha okul çağındaydı, ana baba şefkatine muhtaç oldukları bir dönemdeydiler. Ben, onların yanında olmayı seçtim. Böylelikle, iki ülke arasında gidiş gelişli, oldukça çileli, hem güzel hem de güç yanları olan ikili bir aile yaşamı oluşturduk. Koray bugün 28 yaşında ve naprapatlık yapıyor. Kerem ise 21 yaşında ve KTH’de bilgisayar ve ekonomi okuyor.
Vänsterparti’yi diğer partilerden ayıran özellik nedir?
İsveç’te sosyalizmi ve feminizmi programına almış tek parti. Emekten, ezilenden yana politika yapabilmek için bu iki görüş önemli. Ezilenden yana kesin tavır konulamadığında “çifte standartlar” politikası yapılıyor ki bu da er ya da geç kitlesel güveni tehlikeye atıyor.
Partinin göçmen politikası nasıl?
Vänsterparti göçmen politikası ile çok yakından ilgilenen bir parti. Çünkü, göçmenlerin büyük çoğumluğu toplumun emekçi, ezilen katmanları içinde yer alıyor.Örneğin, parti içinde yıllardır ”Göçmen Platformu” denen bir platform var. Bu platforma sadece göçmenler değil etnik İsveçliler de katılıyor. Ayrıca, göçmen asıllı bir yığın üyesi var, bu üyelerin parti içindeki konumları çok önemli.
Türk solu ile İsveç solunu karşılaştıranız…
Türkiye’de parti programında ne Sosyalizmi ne de Feminizmi almış hiçbir parlementer parti yok. Hatta bırakın parti programına almayı, kadın-erkek eşitliğinden söz eden kitlesel parti bile yok. Sosyal demokrasinin ve sağ liberalizmin parti yelpazesi geniş ama sosyalist bir sol parti yok. Bu da Türkiye’nin talihsizliğidir. Çünkü, bu Türkiye’yi sol mihenk taşından yoksun bırakıyor. Dolayısıyla ne sosyal demokratlar ne de sağ liberaller gerçek yerlerini bulamıyorlar.
Vänsterparti içindeki çalışmalarınızı anlatır mısınız biraz?
Nacka Belediye Meclisi üyeliği yaparken belediyenin ilgili komisyonlarında görev yaptım. Çünkü sırf belediye meclisi üyesi olursanız uzun soluklu olamazsınız. Kişinin uzmanlık kazandığı konular olması gerekiyor. Ben ilk olarak kültür komisyonunda çalıştım. İkinci seçildiğim dönemde ise bölge komisyonunda konut politikası, serbest zaman politikası gibi konularla çalıştım. Üçüncü seçildiğim dönemde de okul, eğitim ve yuva komisyonlarında çalıştım. En son olarak da uluslararası komisyonda temsil ettim partiyi. Bu arada partinin Nacka seçim kurulunda da yer aldım. Bunlardan başka partinin Stockholm yönetim kurulu üyeliği, kadın komisyonu üyeliğini de yaptım ve şu anda da merkez yönetim kurulu üyesiyim.
Bu yolda zorluklarla karşılaştınız mı?
Parti politikası içinde aktif olan üyelerin karşılaştığından daha fazla bir zorlukla karşılaşmadım aslında. Politika belli yöntemler, belli kodlar, belli çalışma temposu isteyen bir alan ve bu herkes için zor. Ama benim kendi özelimden kaynaklanan zorluk dil oldu. Çünkü ‘dili çözdüm’ diyebilmeniz için günlük düzeyde o dili konuşmanız yetmiyor, ana dilinizde ifade edebildiğiniz her düşünceyi o dilde de ifade etmeniz gerekiyor. Politika dil üzerine kurulu. Sabırla çalışarak, çok okuyarak, dinleyerek, çok konuşarak aştım bu zorluğu. Hala da çabalıyorum. Çünkü dil yaşayan, gelişen bir süreç.
İnsanları belirleyen etnik kökenleri değildir, dünya görüşleridir.
Dünyaya nasıl baktıkları önemlidir.
Entegrasyon nedir sizce?
Entegrasyon bence sınıf, cins ve etnik köken farkı gözetmeksizin toplumda yaşayan herkesin varolan olanaklardan eşit olarak yararlanabilmesi, eşit haklar ve yükümlülükler sahibi olabilmesi. Her hak bir yükümlülük getirir. Bence, entegre olmuş insan bu toplumun bir parçası olmuş olan insandır. Yani, günlük yaşamına uyum sağlamış insandır.
Göçmen kökenli politikacıların özel bir işlevi var mı?
Önce dünya görüşleri önemli. Politikada bu kadar yıldır, gerek kendi hayatımda gerekse parti içinde anlatmaya çalıştığım şudur: İnsanları belirleyen etnik kökenleri değildir, dünya görüşleridir. Dünyaya nasıl baktıkları önemlidir. Eğer bir politikacı göçmense bu ancak ikinci, üçüncü bir dili bilmek gibi bir artı puandır. Aynca o gruptan biri olarak sorunları derinliğine bilme, anlama ve dillendirme kolaylığı getirir.
İsveçli politikacıların göçmen kökenli politikacılara bakışı nasıl?
Şöyle bir sakatlık sezdim ben aktif politik hayata başladığımda: bazıları, göçmen kökenli politikacıları boşluk olduğu zaman yer dolduracak biri ya da kendi kişisel politikasını onu kullanarak iletebileceği bir insan olarak görüyordu. Bu, göçmenlerden tersini sergileyen politikacılar çoğaldıkça düzelecek bir önyargı.
Göçmen sorunları deyince aklınıza neler geliyor?
Dil sorunu çok önemli. Herkesin mükemmel İsveççe bilmesi gerekmiyor ama insanın kendi düzeyinde, düşüncelerini ifade etmesi gerekiyor. Çünkü bu, izolasyonu, yani toplum dışına itilmeyi hızlandırıyor. Arkasına iş-aş-konut ayrımcılıkları da eklenince bir sorunlar yumağı oluşuyor. Ama bunları bir bütünlük içinde ele almak gerekir. Çünkü bütünü görmezsen burdaki çözümü de üretemezsin.
Folkparti ve Moderatlar “Bireylere öğrenim çeki verelim, onlar istedikleri kursu seçsinler.” önerisi nasıl bakıyorsunuz?
Hangi kursları seçecekler? Çek sistemi, göçmenin emekçinin yararına işlemiyor ki! Nacka, çek sistemini eğitimde ilk uygulayan belediye. Uygulamayı yakından biliyorum.Çek sistemi, zenginlere seçme şansı veren bir sistem. İhtiyacı olana değil. Ancak pratik iş hayatıyla SFI kursları bir arada yürütülürse ve artı olarak bireyin ihtiyacından yola çıkılırsa bu iş başarıya ulaşır.
İsveçli bir politikacı olarak Türkiye’nin ve Türkiye’den gelenlerin önemi ne düzeyde?
Tabii ki çok önemli. Yani, bildiğim, tanıdığım unutmamın mümkün olmadığı, hayatımın 35 yılının geçtiği bir ülke. Unutmam mümkün değil. İstesem de unutamam.
Oy vermemekle “Bana istediğinizi yapabilirsiniz, ben bu oyuna katılmıyorum” diyorsunuz.
Ve böylece, oyunu istedikleri gibi oynamalarına izin veriyorsunuz .
Partilerde göçmen kökenlilere kota uygulansın mı?
Hangi partinin kotayı kullandığına bağlı. Belli kişileri, hiç o partinin karar mekanizmasına katmadan, göstermelik, sırf oy avcılığı yapmak için koyuyorlar. Böyle bir partide kota uygulanırsa bunun ne göçmenlere ne de göçmen konusuna bir yararı olur.
Sizin seçilmenizde kadın ve göçmen olmanızın bir rolü oldu mu?
Teorik olarak sanmıyorum . Ancak, partinin her kademesinde çalışmış olmamdan dolayı bir saygı ve güven oluştuğunu düşünüyorum. Sonra da, kadın ve de göçmen bir kadın oluşum olumlu etki yapmış olabilir. Çünkü, ben partide çalışırken, salt etnik kökenimi öne çıkarmadım. Yani bu nedene dayalı özel bir muamele beklemedim, beklettirmedim. Zaten beni salt göçmenim diye buraya getirselerdi önce ben karşı çıkardım. Böyle bir şey hem benim kendime olan güvenimi azaltırdı hem de yapmak istediğim politikaya engel olurdu.
Seçimlerde giderek düşen oy verme oranı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu seçimler bence sol ile sağ arasında. Çünkü sağın temsil ettiği bir toplum yapısı var, solun temsil ettiği bir yapı var. Sol partinin istediği, dayanışmaya dayalı toplum yapısı, göçmenlerin büyük çoğunluğunun çıkarlarına uygun. Göçmenlerin, işsizlik, ayrımcılık, izolasyon gibi sorunlarına yönelik çözümleri sol politika üretiyor. Sağın göçmenlere ilişkin çözümmüş gibi getirdiği her öneri, aslında toplumdaki yabancı düşmanı güçlerin oylarını toplamaya yönelik. Politika da doğa gibi boşluk kabul etmez. Boşluklar, hemen doldurulur. Sen oy vermediğin zaman senin istediğin yönde bir değişiklik olmuyor ki! Oy vermemekle “Bana istediğinizi yapabilirsiniz, ben bu oyuna katılmıyorum” diyorsunuz. Ve böylece, oyunu istedikleri gibi oynamalarına izin veriyorsunuz . Sonuç göçmenlere vurunca da salt dört duvar arasında yakınmak da yetmiyor tabii.
Türkiye AB ye girmeli mi?
Avrupa topluluğuna girmek Türkiye’ye bir şey kazandırmayacak . AB, büyük kapitalin örgütüdür. Dolayısıyla, Türkiye’deki büyük kapitalist kesim kazançlı çıkacaktır. Çalışan kesimin bundan kazançlı çıkacağını sanmıyorum. Türkiye’de halka yıllardır bir aşağılama, dışlama, yetersizlik politikası uygulanmıştır. İnsanlar sırf bu duygularından kurtulmak için AB ‘ye girmek istiyorlar. Sanki, AB ‘ye girince insan olarak değerleri eşitlenmiş olacak. Ben inanmıyorum buna. Böyle bir kamuoyu var Türkiye’de. Hatta bu duygu devlet yapısında bile görülüyor.
AB’nin, özellikle de İsveç’in Türkiye’yi çok eleştirmesine nasıl bakıyorsunuz?
İnsan hakları tamam, ama bir de ülkelere yapılan eleştirinin dozu çok önemlidir. Yoksa yanlış yerlere sapılır. Burada da bu doz hükümet politikası düzeyinde zaman zaman kaçıyor tabii. Bu “Büyük Birader” politikası demokratik güçlere güç katmıyor. Tam tersi, karşıt güçlere güç katıyor.
Türkiye’deki, idam cezasının ve düşünce suçlarına hapis cezasının kalkması, Kürtçeye serbestlik gibi gelişmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunlar olumlu gelişmeler. Sadece kağıt üzerinde değil çünkü bu bir süredir kamuoyunda tartışılıyor. Yapı böyle bir yere geldi zaten. Bu yasal kısmıdır. Bundan sonrasının ne olacağı ülkedeki demokratik güçlerin buna ne kadar sahip çıkacağına bağlıdır. Dışardan dürtmeler değil, Türkiye’deki demokratik güçler belirleyicidir bu süreçte. Hiçbir yasal düzenleme toplumsal gelişim oraya gelmeden olmaz.
AB’nin bu olumlu gelişmelerdeki rolü nedir?
Toplumda bir şey oluşur ve yasa ortaya çıkar. AB bir itici güç olmuştur belki ama tek başına bir güç olmamıştır.